Beden Bütünlüğü İhlallerinde Yansıma Yoluyla Manevi Tazminat

Beden Bütünlüğü İhlallerinde Yansıma Yoluyla Manevi Tazminat


                                                                                                                                                                                          Av. Zeynep ÖZBAY ÖZDOĞRU,LL.M. **Bu makale İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Özel Hukuk Yüksek Lisans programındaki eğitimi sırasında  makale yazarı tarafından ödev çerçevesinde hazırlanmıştır

GİRİŞ

Sorumluluk hukukunun temel amacı gerek haksız fiilde gerek sözleşmeye aykırılık halinde ortaya çıkan zararı tazmin ettirmektir. Doktrinde zarar kavramına ilişkin çeşitli ayrımlar yapılmış olup tazminat talebinde bulunmaya yetkili şahısların sınırlandırılması ile ilgili olarak da yansıma zarar kavramı ortaya çıkmıştır.Yansıma zarar, hukuka aykırı bir fiilin yöneldiği kişi dışında üçüncü kişilerin aynı hukuka aykırı fiil nedeniyle uğradığı zarardır. Yansıma zarar, maddi veya manevi zarar olarak ortaya çıkabilir. Kanunda açıkça düzenlenmiş olması halinde yansıma zararın tazmin edilebilirliği noktasında tereddüt bulunmamaktadır.  Çalışmamızda da TBK m.56/2 ile açıkça düzenlenmiş bulunan ağır beden bütünlüğü ihlallerinde yakınların uğradığı yansıma manevi zararın tazmini konusu ele alınmıştır. Bu çalışmada sözleşmeden doğan sorumluluk kapsam dışında tutulmuş ve yalnızca haksız fiil nedeniyle ağır beden bütünlüğü ihlalinde yansıma yoluyla manevi tazminat sorumluluğu incelenmiştir. Çalışmanın temel amacı, TBK m.56/2 ile düzenlenen yansıma yoluyla manevi tazminatın şartlarına ilişkin “yakın” ve “ağır bedensel zarar” kavramlarının değerlendirilmesidir. Bu bağlamda öncelikle yansıma manevi zarar kavramı ve yansıma yoluyla manevi tazminatın yasal dayanağından bahsedildikten sonra tazminat sorumluluğun genel şartlarına kısaca değinilmiş; ardından TBK m.56/2 ile düzenlenen yansıma yoluyla manevi tazminata ilişkin özel şartlar kapsamında tartışma konusu olan yakın ve ağır bedensel zarar kavramları Yargıtay uygulaması kapsamında detaylı olarak incelenmeye çalışılmıştır. Son olarak yansıma zarara uğrayan yakınlar lehine hükmedilecek manevi tazminatın belirlenmesine ilişkin bir takım değerlendirmelere yer verilmiştir.  

  1. Yansıma Manevi Zarar Kavramı Ve Ağır Beden Bütünlüğü İhlallerinde Yansıma Manevi Tazminatın Yasal Dayanağı

A.  Yansıma Manevi Zarar Kavramı

Hukuka aykırı bir davranış neticesinde bu davranışın yöneldiği kişi dışında başka kimselerin de zarar görmesi söz konusu olabilir. Örneğin bir dizi oyuncusuna yönelik gerçekleştirilen ve ölümü/sakat kalması ile sonuçlanan haksız fiil nedeni ile oyuncunun ailesinin ve yer almakta olduğu projenin yapımcısının zararından bahsetmek mümkündür.  Bu gibi hallerde üçüncü kişilerin zararının da tazmin edilip edilemeyeceği sorunu doktrinde tartışılmış ve yargı kararlarına konu olmuştur. Hukuka aykırı fiilin doğrudan yöneldiği kişi dışında üçüncü kişilerin aynı hukuka aykırı fiil nedeniyle uğradığı zarar, yansıma zarardır[1]. Tanımından da anlaşılacağı üzere yansıma zarar kavramı, tazminat talebinde bulunmaya yetkili şahısların sınıflandırılması ile ilgili bir kavramdır[2]. Yansıma zarar, maddi veya manevi zarar olarak ortaya çıkabilir. Yansıma zararın genel tanımından yola çıkılarak yapılacak tanıma göre yansıma manevi zarar; hukuka aykırı fiilin doğrudan yöneldiği kişi dışındaki üçüncü kişilerin aynı fiil nedeniyle fiziki ve manevi acı duyması, ruhsal dengesinin bozulması, üzüntü duyması ve yaşama sevincinin azalmasıdır.

B. Ağır Beden Bütünlüğü İhlallerinde Yansıma Manevi Tazminatın Yasal Dayanağı

Ağır beden bütünlüğü ihlallerinde yansıma manevi zarar terimi ile zarar görenin yakınlarının uğradığı manevi zarar anlatılmak istenmektedir[3]. Yakınların uğradığı manevi zararın tazmini 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun[4] “Manevi Tazminat” başlıklı 56/2. maddesinde düzenlenmiştir. TBK m.56/f.2’ye göre; “Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir.” Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun[5] 47. maddesinde[6] ölüm halinde, ölen kişinin ailesi için manevi tazminata hükmedilebileceği düzenlenmesi yer almaktaydı. Mülga Kanunda, yalnızca ölüm bakımından yansıma zararların tazmininin düzenlenmiş olması nedeniyle ağır bedensel zararlarda zarar görenin yakınlarının manevi tazminat talep hakkının varlığı konusunda doktrinde farklı görüşler ortaya çıkmıştı[7]. EBK döneminde Yargıtay uygulaması ise açık bir hüküm bulunmamasına rağmen ağır bedensel zararın varlığı halinde yakınların da manevi tazminat talep edebilecekleri yönünde idi[8]. İlk zarar görenin uğradığı bedensel zararın hafif olduğu hallerde ise yakınların manevi tazminat talepleri reddedilmekte idi[9]. Yargıtay, yakınların ağır bedensel zarar nedeniyle manevi tazminat taleplerinin kabul edilmesi gerektiği yönündeki kararlarında, yakınların uğradığı bu zararın, doğrudan doğruya manevi zarar olduğunu ifade etmiştir[10]. Doktrinde isabetli olarak eleştirildiği üzere Yargıtay’ın bu yorumu zorlayıcı bir yorum olup yakınların ağır bedensel zarar halinde uğradığı zarar, yansıma yoluyla zarardır[11] ve TBK m.56/2 düzenlemesi ile ağır bedensel zarar halinde de yakınların uğramış olduğu yansıma manevi zararın tazmini mümkün kılınmıştır[12].

  1. Ağır Beden Bütünlüğü İhlallerinde Yansıma Manevi Tazminat Talebinin  Şartları

TBK uyarınca ağır beden bütünlüğü ihlallerinde yansıma manevi zararın tazmin edilebilmesi için manevi tazminat sorumluluğunun genel şartlarının yanı sıra bir takım özel şartların varlığı gereklidir. Çalışmamızda genel şartlara kısaca değindikten sonra çalışma konumuzu yakından ilgilendiren özel şartları ele alacağız.
 
A. Genel Şartlar

1. Hukuka Aykırılık

Hukuka aykırılık, bir hukuka uygunluk sebebi bulunmaksızın zarar vermeyi yasaklayan veya zararlı sonucu engellemek adına belirli bir davranışta bulunmayı öngören hukuk kurallarının ihlal edilmesi ile gerçekleşir[13]. Sözleşme dışı sorumlulukta yansıma zararın tazmini noktasında özellikle hukuka aykırılık unsurundan hareket edilmelidir[14]. Hukuka aykırılık kavramından ne anlaşılması gerektiğine ilişkin doktrinde iki temel görüş bulunmaktadır[15]. Türk doktrininde ve Yargıtay kararlarında yaygın olarak kabul edilen objektif hukuka aykırılık teorisi uyarınca zarar göreni korumayı amaçlayan bir normun ihlal edilmesi halinde hukuka aykırılık söz konusu olur[16]. Bu kabulden hareket ile kanunda özel olarak yansıma zararın giderileceği belirtilmiş olmadıkça bu zararın tazmini söz konusu olmaz. Ağır beden bütünlüğü ihlallerinde yakınların yansıma manevi zararının tazmini de kanunda açıkça kabul edilmiş olup yakının doğrudan kişilik hakkına yönelik bir saldırı olmamakla birlikte doğrudan zarar görenin hukuka aykırı bir fiil neticesinde ağır bedensel zarara uğraması halinde yakınların manevi zararının tazmini söz konusu olacaktır. Dolayısıyla yakının yansıma manevi zararının tazmin edilebilmesi için doğrudan zarar gören kimsenin, ağır bedensel zararının hukuka aykırı bir fiil neticesinde gerçekleşmiş olması gerekir. Bir hukuka uygunluk sebebi bulunmadığı sürece beden bütünlüğünü ihlal eden fiil hukuka aykırıdır.

2. Bir Sorumluluk Sebebinin Bulunması

Manevi zararın tazmininin söz konusu olabilmesi için elbette bir sorumluk sebebinin bulunması gerekir. Sorumluluk hukukunda esas olan kusurlu sorumluluktur. Ancak Kanunda düzenlenmiş bulunan kusursuz sorumluluk hallerinden birinin mevcut olması halinde şartları gerçekleşmişse, zarar veren kusuru bulunmamasına rağmen ortaya çıkan manevi zarardan sorumlu tutulacaktır[17]. Dolayısıyla ağır bedensel zarar halinde yakınların uğradığı yansıma manevi zarardan sorumluluğun söz konusu olabilmesi için ağır bedensel zarara sebebiyet veren kişinin, olayda kusurunun bulunması veya sorumluluğunu doğuran bir kusursuz sorumluluk halinin söz konusu olması gerekmektedir[18].

3. İlliyet Bağı

Bir kimse ancak hukuka aykırı davranışının neden olduğu zararlardan sorumlu tutulabilir. Genel anlamda illiyet, zarar ile sorumluluğu doğuran olay veya davranış arasındaki sebep-sonuç ilişkisi olarak tanımlanabilir[19]. Doktrinde illiyet bağına ilişkin çeşitli teoriler olmakla birlikte çalışmamızın sınırlarını aşmamak adına bu teorilere değinilmeyecektir[20]. Türk Hukukunda baskın olan görüş uyarınca kabul edilen teori, uygun illiyet bağı teorisidir[21]. Buna göre “somut olayda gerçekleşen türden bir sonucu, olayların hayatın akışına ve hayat tecrübelerine göre, mahiyeti ve ona temayülü itibariyle meydana getirmeye genel olarak elverişli olan veya bu türden bir sonucun gerçekleşme ihtimalini objektif olarak arttırmış bulunan zorunlu şartla söz konusu sonuç arasındaki bağ” uygun illiyet bağıdır[22]. Yani ortaya çıkan bir zarardan bir kimsenin sorumlu tutulabilmesi için o kişinin fiilinin, hayatın olağan akışı içinde bu zararı meydana getirmeye elverişli olması gerekir. Beden bütünlüğünün ağır ihlali halinde yansıma manevi zararın tazmin edilebilmesi için fiilin, ağır bir bedensel zarara sebebiyet vermesi ve yakınların, zarar görenin uğradığı ağır bedensel zarar nedeniyle manevi bir zarara uğramış olması gereklidir.

4. Manevi Zarar

TBK m. 56/2 uyarınca ağır bedensel zarar görenlerin yakınlarının bu nedenle manevi tazminat isteyebilmesi için manevi zarara uğramış olmaları gerekmektedir. Bu kapsamda öncelikle manevi zarar kavramına açıklık getirdikten sonra “Özel Şartlar” başlığı altında yakın kavramına dahil olan ve dolayısıyla yansıma manevi zararın tazminini talep edebilecek kişileri inceleyeceğiz.
Manevi zarar, kişilik hakkına yapılan tecavüz sonucunda bir kimsenin duyduğu elem, keder, üzüntü, yaşama sevincinde azalma gibi olumsuz duygusal ve/veya fiziksel acılardır[23]. Yakınların uğradığı yansıma manevi zararın tazmini ile zarara uğrayan yakının duyduğu fiziksel ve ruhsal acıların, üzüntünün ona bir miktar para verilerek ortadan kaldırılması ve onda memnuniyet yaratılması sağlanmaktadır[24]. Zira manevi zarar, kişilik hakkının ihlal edilmesi nedeniyle duyulan acı ve elem olup bu acı ve elemin para ile ölçülebilmesi mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle de bizim de katıldığımız denkleştirme görüşüne göre manevi tazminat olarak hükmedilecek bir miktar para, yalnızca mağdurda mutluluk duygusu yaratacak ve mağdurun duyduğu acı, paranın sağladığı mutluluk duygusu ile denkleştirilecektir[25].Burada kısaca şok zararı kavramından da bahsetmek gerekirse; bu kavrama ilişkin kanuni bir düzenleme bulunmamaktadır. Genel olarak şok zararı, kişinin, bir yakınının uğradığı cismani zarara neden olan olaya bizzat şahit olması veya olaydan haberdar olması halinde şok sonucu yaşadığı acı, elem, ıstırap nedeniyle ortaya çıkan zarar olarak tanımlanabilir[26]. Öğretide üçüncü kişilerin psikolojilerinin bozulmasının, şok zararı kapsamında değerlendirilebilmesi için bu rahatsızlığın tıbben teşhis edilebilecek nitelikte olması gerektiği ifade edilmiştir[27]. Şok zararı, maddi ve manevi zarar olarak ortaya çıkabilir. Yargıtay uygulaması ve öğretide şok zararları, yansıma zarar kapsamında değerlendirilmemekte, doğrudan doğruya maruz kalınan bir zarar olduğu ifade edilmektedir[28]. Uygulamada Yargıtay’ın özellikle EBK döneminde verdiği bazı kararlarda, ağır bedensel zarara uğrayanın yakınlarının manevi tazminat talebi, onların şok geçirip tedavi olmaları şartına bağlı olarak değerlendirilmiştir. Ancak Yargıtay’ın bu kararları yeknesak olmayıp 6098 sayılı TBK döneminde ise şok zararı ayrımına yer vermeksizin yakınların manevi tazminat talebini kabul etmiştir. TBK m.56/2 uyarınca manevi tazminata hükmedilebilmesi için yakının uğradığı zararın hastalık boyutunda olması, bir başka deyişle şok zararı olarak nitelendirilmesi şartı aranmaz[29].

B. Özel Şartlar

TBK m.56/2 uyarınca yansıma manevi zarara ilişkin tazminat talep edebilmesi için genel sorumluluk koşullarının yanı sıra tazminat talep edenin zarar görenin yakını olması ve gerçekleşen bedensel zararın ağır olması koşulları da gerçekleşmelidir.

1. Manevi Tazminat Talep Edecek Kişinin Zarar Görenin Yakını Olması

TBK m.56/2 düzenlemesi ile bedensel bütünlüğün ağır şekilde zedelenmesi halinde doğrudan zarar verici fiile maruz kalan kişi dışında, bu kişinin yakınlarına da manevi tazminat talep etme hakkı tanınmıştır. Burada EBK m.47’den farklı olarak aile yerine yakın ifadesi kullanılmıştır. Ancak EBK döneminde de doktrin ve uygulamada BK m.47’de yer alan aile kavramı, ölenin yakınları şeklinde anlaşılmaktaydı[30]. Bu noktada ilgili madde uyarınca ağır bedensel zarar halinde manevi tazminatı talep edebilecek kişilerin tespiti açısından yakın kavramının açıklığa kavuşturulması gerekir. TBK’da yakın kavramına ilişkin herhangi bir belirleme yer almamaktadır.

a. Yakın Kavramı

Genel olarak yakın, zarar gören ile arasında derin bir duygusal bağ bulunan, yoğun ve sıkı bir ilişki içerisinde olan ve ağır bedensel zarar nedeniyle etkilenen kimse olarak tanımlanabilir[31]. Bir kimsenin zarar görenin yakını sayılması için zarar gören ile arasında yakın ve içtenlik taşıyan bir duygusal bağlılığın varlığı gereklidir.Genellikle yakın kimselere örnek olarak zarar görenin annesi, babası, kardeşi, eşi gibi aile bireyleri gösterilmekteyse de yakın, doğrudan aile bağı içindeki kimseleri ifade etmemektedir. Zira akrabalık bağı bulunmayan kimseler de zarar görenin yakını olarak nitelendirilebileceği gibi aile üyesi olmak da her zaman manevi zararın tazminini talep etme hakkı vermez[32]. Dolayısıyla yakınlık kavramı aile bağından bağımsız bir kavramdır. Ayrıca yakın kavramı, destek kavramından da farklıdır[33]. Bir kimsenin ölümü halinde talep edilebilecek olan destekten yoksun kalma tazminatı için aranan ölen kişinin destek olması şartı, aralarında yoğun ve sıkı bir bağlılık bulunmamasına rağmen gerçekleşmiş olabileceği gibi tazminat talebinde bulunan kişi ile arasında yoğun duygusal ilişki bulunan kimsenin destek olarak nitelendirilmediği haller de söz konusu olabilir.Yargıtay uygulamasında yakın kavramı için genellikle “zarar görenin ana, baba, karı, koca ve çocukları gibi çok yakınları” ifadesini kullanılmakta ve yakın kavramının kapsamı sınırlı tutulmaktadır[34]. Bu kararlardan anlaşılacağı üzere yakın kavramının kapsamının net bir şekilde tespiti mümkün olmayıp örnekleme yoluyla değerlendirilmiştir.
Yakın kavramının belirlenmesinde, her somut olayda ağır bedensel zarara uğrayan ile tazminat talep eden kimse arasındaki sıkı ve düzenli bir ilişkinin varlığı ve bu ilişki nedeniyle zarardan etkilenmenin söz konusu olup olmadığı unsurları incelenmelidir[35]. Elbette yakın lehine manevi tazminata hükmedilebilmesi için yakının, zarar görenin içinde bulunduğu durumdan önemli ölçüde etkilenmesi ve dolayısıyla manevi zararının söz konusu olması gerekir. Ancak bu husus zarar gören ile tazminat talebinde bulunan kimsenin yakınlığının değerlendirilmesine dahildir. Yargıtay uygulamasına baktığımızda manevi tazminat talep edebilecek yakınlardan bahsedilirken bu kişilerin zarar gören/ölen ile arasındaki gerçek ve eylemli bir duygusal bağın varlığı vurgulanmaktadır[36]. Yargıtay, zarar görenin yakınlarının manevi tazminat talebini değerlendirirken ağır bedensel zarar koşulundan hareket etmekte ve ağır bedensel zararın mevcut olduğu hallerde zarar görenin çok yakınlarının da olaydan tazminatı gerektirecek ağırlıkta etkilendiği kabulü ile yakın lehine manevi tazminata hükmetmektedir[37]. Ancak hukukumuzda bu etkilenmenin hastalık boyutuna varması şartı aranmaz[38].

b. Yargıtay Kararları Işığında Belirli Süjeler Yönünden Yakın Sıfatının Değerlendirilmesi

(1) Yakın Sıfatı Doğrudan Kabul Edilen Süjeler
i. Anne-Baba

Uygulamada çocukların ağır bedensel zarara uğraması halinde anne ve babanın yakınlık sıfatı karine olarak kabul edilmekte ve ayrıca olaydan etkilendiklerinin kanıtlanmasına gerek olmadığı belirtilmektedir[39]. Dolayısıyla anne-babanın yakın olmadığını iddia eden ispat etmekle yükümlüdür. Çocuklarının ağır bedensel zararı nedeniyle anne ve babanın kural olarak eşit derecede etkileneceği kabul edildiğinden eşit manevi tazminata hükmedilir.Ancak üvey anne baba açısından bu karine isabetli olarak kabul edilmemiş olup bu kişiler bakımından zarar gören ile arasındaki ilişkinin araştırılması, duygusal bağlılığın ispat edilmesi gereklidir [40].


ii. Çocuk

Yargıtay uygulamasında, çocuklar bakımından yakınlık ilişkisinin varlığı da karine olarak kabul edilmekte olup anne veya babalarının ağır bedensel zarara uğraması halinde çocukların ayrıca kişilik hakkının zedelendiğinin araştırılmasına gerek bulunmamaktadır[41]. Anne veya babası ile aynı evde yaşamayan çocukların durumunu incelemek gerekirse; Yargıtay bu gibi hallerde de çocukların manevi tazminat talep hakkına sahip olduğunu belirtmiştir[42]. Kanaatimizce de bu uygulama yerindedir. Zira çocukların yalnızca evden ayrılmış olması, onların anne ve babaları ile aralarındaki bağı etkilemeyecektir. Aksi bir durumun varlığı ise ispat edilmelidir. Üvey çocuklar[43] ile evlat edinilen çocuklar[44] bakımından manevi tazminata hükmedilmesi ise, zarar gören ile evlat edinilen çocuk ve zarar gören ile üvey çocuk arasındaki ilişkinin ağır bedensel zarardan etkilenecek kadar yakın ve sıkı olmasına bağlıdır. Dolayısıyla uygulamada üvey ve evlat edinilen çocuklar bakımından yakınlık sıfatı doğrudan kabul edilmemektedir. Manevi tazminata hükmedilebilmesi için aralarındaki bağlılığın ve olay nedeniyle uğradığı manevi zararın ispat edilmesi gerekir.Uygulamada anne-babası ağır bedensel zarara uğradığında küçük yaşta olan veya olay tarihinde henüz ana rahminde olup sonradan sağ doğan çocuklar (cenin) yönünden de manevi tazminat talebi kabul edilmektedir[45]. Yargıtay, ölüm halinde, olay anında ana rahminde olan ve sonradan sağ olarak dünyaya gelen çocuklar bakımından, manevi tazminatın olay tarihinden başlayıp ilgilinin kural olarak ölümüne kadar geçecek süreçte uğrayacağı tüm manevi eksiklikleri karşılamayı amaçladığına işaret ederek tam ve sağ doğmuş çocuk (cenin) lehine manevi tazminata hükmetmiştir[46]. Ölüm halinde talep edilen manevi tazminatı konu alan bu kararlarda işaret edilen hususlar ve yer verilen gerekçelerin ağır bedensel zarar halinde yakınların tazminat talepleri için de geçerli olacağı kanaatindeyiz. Yargıtay küçük çocuk veya cenin lehine manevi tazminata hükmettiği kararlarında, kişilik hakkı ihlal edildiği sırada ayırt etme gücü bulunmayan küçük çocuk veya ceninin ileride ayırt etme gücü kazanacağı ve olayı kavradığında acıyı hissedebileceği, dolayısıyla ileride duyacağı bu acının göz önüne alınması gerektiğine dikkat çekmektedir[47]. Bu gerekçeden de anlaşıldığı üzere Yargıtay, ilgili kararlarında manevi zararı açıklarken sübjektif teoriyi benimsemiştir. Sübjektif teoriden hareket ile manevi zarar tespit edilirken mağdurun duyduğu acı ve üzüntü dikkate alındığından ve bizim de katıldığımız görüş uyarınca manevi tazminat talep hakkı kişiye sıkı surette bağlı hak olarak değerlendirildiğinden ayırt etme gücü bulunmayanlar adına yasal temsilcileri tarafından manevi tazminat talep edilip edilemeyeceği sorunu önem arz eder[48]. Sübjektif teoriyi benimseyen yazarların bir kısmına göre, ayırt etme gücü bulunmayanlar adına manevi tazminat talep edilebilir[49]. Bu görüşe göre, ayırt etme gücünden yoksun olanlar da kişi olarak korunmakta ve onlara şahsiyet hakkı tanınmaktadır. Ancak manevi tazminatın kişiye sıkı surette bağlı bir hak olması nedeniyle mağdur dışında kimsenin manevi tazminat talebinde bulunamayacağının kabul edilmesi, ayırt etme gücünden yoksun olan kimsenin, kişilik haklarından yararlanamayacağı sonucunu doğuracaktır ki bu durum hakkaniyete aykırılık teşkil eder. Dolayısıyla ayırt etme gücü bulunmayan adına manevi tazminat talep edilebilmesi, kişiye sıkı surette bağlı haklarda temsil yasağına manevi tazminat yönünden getirilmiş bir istisna niteliğindedir ve bu istisna adalet ilkesinin bir gereğidir[50]. Kanaatimizce hiçbir ayrıma gitmeksizin ayırt etme gücünden yoksun olanlar bakımından manevi tazminat hakkını kabul eden ve bunun hakkaniyet ilkesinin bir gereği olduğunu ifade eden görüşe tereddütle yaklaşılmalıdır. Zira manevi zarar, kişilik hakkının ihlali sonucunda duyulan fiziki ve manevi acılar olarak değerlendirildiğinde ihlalin sonuçlarını kavrayamayacak şekilde ayırt etme gücü bulunmayanların manevi zararından ve dolayısıyla manevi tazminat talep hakkından söz edilemeyecektir. Ancak bazı hallerde ayırt etme gücünden yoksun olanlar da fiziksel acıyı hissedebilir ve manevi zarara uğrayabilir. Bu gibi durumlarda ayırt etme gücü bulunmayanın manevi zararı nedeniyle onun adına manevi tazminat talebinde bulunulması mümkün olmalıdır[51]. Diğer bir görüşe göre ise acıyı ve elemi hissedemeyecek şekilde ayırt etme gücünden yoksun olanların manevi zararından söz edilmesi güç olup böyle kimselerin manevi tazminat davasından yararlanmaları kabul edilmemelidir[52]. Bu görüşteki yazarlar ayırt etme gücünden yoksun olanlar bakımından ikili bir ayrıma gitmekte ve yaş küçüklüğü nedeniyle ayırt etme gücünden yoksun olan kimsenin büyüdüğünde, akıl hastalığı nedeniyle yoksun olanın ise iyileştiğinde kişilik hakkının ihlali nedeniyle acı ve elemi hissedeceği söyleniyorsa manevi tazminat hakkından yararlanabileceklerini ifade etmektedir[53]. Kanaatimizce bu yaklaşım isabetli olup adalet duygusunu zedelememekle birlikte manevi zararın niteliğine de uygun düşmektedir.  Zira manevi zararın tespitinde, mağdurun yalnızca olay anında duyduğu acı değil tüm hayatı boyunca hissedeceği acı dikkate alınmaktadır ve bu acıya karşılık manevi tazminata hükmedilmektedir. Ağır beden bütünlüğü ihlallerinde yansıma manevi zarar bakımından konuyu ele alacak olursak anne veya babanın beden bütünlüğünün ağır ihlalinin, çocuklar üzerinde ani etkiler doğurmayacağı ve çocukların tüm hayatı bunun etkisini hissedeceği yadsınamaz bir gerçektir. Bu kişiler olay anında olmasa da ileride yeterli bilince eriştiği zaman anne-babanın yokluğu ya da uğramış oldukları ağır bedensel zarar nedeniyle acı çekecek ve hayatı boyunca bu manevi zarar ile yaşayacaktır[54]. Yargıtay’ın bu gerekçe ile küçük çocuk ve cenin lehine manevi tazminata hükmettiği içtihatları isabetli olup varılan bu sonuç çocuklar yönünden benimsenen yakınlık karinesine de uygun düşmektedir. Bunun sonucunda kişiye sıkı surette bağlı haklarda temsil yasağına, manevi tazminat yönünden istisna getirildiği kabul edilmelidir.

iii.     Kardeş

Ağır bedensel zarar görenin kardeşlerinin de bu kimsenin yakını kapsamında değerlendirileceği noktasında tereddüt bulunmamaktadır. Bir kimsenin ağır bedensel zarara uğraması halinde bu kişinin kardeşlerinin de bu olay nedeniyle ruhsal bütünlüğünün zedelenmesi, acı ve elem duyması doğal olarak kabul edilmektedir[55]. Aksini iddia edenin bu iddiasını ispat etmesi gerekir. Ancak Yargıtay bazı kararlarında, kardeşin, zarar gören ile birlikte yaşamaması halinde ruhsal bütünlüğünün ağır şekilde ihlal edildiğinin kabul edilemeyeceği gerekçesiyle manevi tazminat talebinin reddi gerekeceğini ifade etmiştir[56]. Kanaatimizce Yargıtay’ın kardeşlerin manevi tazminat talebi yönünden aynı evde yaşama olgusunu şart olarak aramadığı ve kardeşlere ilişkin yakınlık karinesini kabul ettiği kararları isabetlidir. Zira anne-baba bakımından olduğu gibi kardeşler bakımından da yalnızca aynı evi paylaşmadıkları gerekçesi ile aralarındaki duygusal bağlılığın yeteri kadar sıkı olmadığının söylenebilmesi mümkün değildir.

Küçük yaştaki veya olay tarihinde cenin durumundaki kardeşler yönünden manevi tazminat hakkını incelemek gerekirse; Yargıtay, ölen kişinin kardeşleri tarafından manevi tazminat talebi ile açılan bir davaya ilişkin olarak; talepte bulunan kardeşin yaşının küçük olmasının hiçbir önemi olmadığını, hatta kardeşi öldüğünde henüz ana rahminde bulunan kardeşin dahi manevi tazminat isteme hakkına sahip olduğu yönünde karar vermiştir[57]. Kanaatimizce isabetli olan bu yaklaşım ağır bedensel zararların varlığı halinde de geçerli olacaktır. Burada önemli olan, olay tarihinde kardeşin ana rahminde bulunması, dolayısıyla taraf ehliyetine sahip olmasıdır[58] ,[59].

iv. Eş

Ağır bedensel zarara uğrayanın yakınlarından birisi de eşidir. Uygulamada eşin de manevi tazminat talep hakkı, anne, baba ve çocuklarda olduğu gibi doğrudan kabul edilmekte ve eşin ayrıca olay nedeniyle manevi zarara uğradığını, acı çektiğini, ruhsal bütünlüğünün bozulduğunu ispat etmesi aranmamaktadır[60].Öğretide boşanmış eşin, zarar gören ile yakınlık ilişkisi devam ediyorsa manevi tazminat talebinde bulunabileceği belirtilmiştir[61]. Kanaatimizce bu görüş, boşanmış eşin doğrudan yakınlık karinesinden yararlanamayacağına ve yakınlık ilişkisinin mevcudiyetinin araştırılmasına işaret ettiğinden isabetlidir. Yerleşik Yargıtay içtihatları uyarınca resmi nikah olmaksızın birlikte yaşayan kimseye de manevi tazminat talep etme hakkı tanınmaktadır [62],[63]. Bu kararlar her ne kadar ölüm nedeniyle manevi tazminat talebine ilişkin olsa da ağır bedensel zararlar için de aynı yaklaşım kabul edilmelidir[64].

(2) Yakınlık İlişkisinin Varlığının İspatı Halinde Yakın Sıfatı Kabul Edilen Süjeler
i. Büyükanne-Büyükbaba-Torun

Büyükanne ve büyükbaba yönünden de yakın kavramına değinmek gerekirse; Yargıtay uygulamasına göre, büyükanne ve büyükbaba için torunların, torunlar için de büyükanne ve büyükbabanın manevi tazminat talebinde bulunabileceği kabul edilmektedir[65]. Bu kararlar incelendiğinde manevi tazminat talepleri hakkında olumlu karar verilirken hangi kriterlerin esas alındığı açık bir şekilde anlaşılamamakla birlikte kanaatimizce büyükanne büyükbaba ile torun arasındaki ilişki incelenmeli, manevi tazminatı gerektirecek nitelikte duygusal bağlılığın bulunması halinde tazminata hükmedilmelidir[66].

ii. Nişanlı

Zarar gören ile yakınlık ilişkisinin değerlendirilmesinde kan veya sıhri hısımlığın değil, gerçek duygusal bağlılığın mevcudiyeti önemli olduğundan nişanlı da ağır bedensel zarar halinde manevi tazminat talep edebilmelidir. Nitekim Yargıtay’a göre de nişanlının manevi tazminat talep edebileceği kabul edilmektedir [67]. Ancak nişanlının, zarar verici olay nedeniyle elem ve üzüntü duyduğunun da ispat edilmesi gerekir[68].

iii. Amca-Hala-Teyze-Dayı-Kayınvalide-Kayınpeder

Amca, hala, teyze, dayı, kayınpeder, kayınvalide gibi kimselerin zarar gören ile aralarında hısımlık ilişkisi bulunmakla birlikte gerçek bir duygusal bağlılığın mevcut olmadığı durumlarla sıklıkla karşılaşılmaktadır. Dolayısıyla bu gibi kimselerin, manevi tazminat talebinde bulunması halinde ağır bedensel zarar nedeniyle acı ve elem duyduklarını da ispat etmesi gerekir[69].

iv. Diğerleri

Yakın sıfatının belirlenmesinde aile-akraba kavramlarından bağımsız olarak gerçek ve yoğun bir duygusal bağlılığın aranmasının sonucu olarak öğretide isabetli olarak ifade edildiği üzere zarar görenin sevgilisinin veya çok yakın arkadaşının da manevi tazminat talep edebilmesi mümkündür[70].

2. Beden Bütünlüğünün Ağır Biçimde İhlal Edilmiş Olması

a. Genel Olarak

TBK m.56 uyarınca zarar görenin yakınlarının uğradığı yansıma manevi zararın tazmin edilebilmesi için beden bütünlüğünün ağır biçimde ihlal edilmiş olması gereklidir. TBK m.56 düzenlemesinde beden bütünlüğünden bahsedilmekteyse de Kanunda bu kavrama ilişkin açıklık getirilmemiştir. Şüphesiz beden bütünlüğü, kişinin kişiliğini oluşturan değerlerden (kişilik değerlerinden) birisidir[71]. Beden bütünlüğü, kişinin ruhsal ve fiziksel (vücut) bütünlüğünü kapsamaktadır[72]. Dolayısıyla beden bütünlüğün ihlali ya vücut bütünlüğünün ya da ruh bütünlüğünün ihlal edilmesi suretiyle gerçekleşir. Beden bütünlüğünü ihlal eden fiil, bir haksız fiil teşkil edebileceği gibi sözleşmeye aykırılıktan da doğabilir.Yakınların uğradığı yansıma manevi zararın tazmininin koşullarından olan ağır bedensel zarar kavramına, hangi hallerin ağır bedensel zarar kapsamında değerlendirilebileceğine açıklık getirilmesi gereklidir. TBMM Adalet Komisyonu Raporunda, ağır bedensel zararın takdirinde zarara uğrayan organların öneminin, oluşan iş görmezlik oranının, maruz kalınan ruhsal zararın niteliğinin ve diğer durumların gözetileceği belirtilmiştir[73]. Hakim tarafından ağır bedensel zararın değerlendirilmesinde, ihlalin etkileri, bu etkilerin yoğunluğu, yakınların yaşam tarzının etkilenip etkilenmediği hususları dikkate alınacaktır. Görüldüğü üzere ağır bedensel zararın sınırlarının net olarak belirlenebilmesi mümkün olmayıp hangi durumlarda ağır bedensel zararın varlığından söz edileceği öğreti ve Yargıtay uygulaması ile şekillenmiştir. Zarar görenin felç geçirmesi, bilincini kaybetmesi,[74] yüzünde sabit iz kalması gibi durumlar, ağır bedensel zarara örnek olarak gösterilebilir.  Zararın, yakının manevi tazminat talebini haklı kılacak ölçüde ağır olup olmadığı, zarar görenin ve yakının durumları da dikkate alınarak değerlendirilmelidir[75]. Zira küçük bir çocuk ile yetişkinin aynı bedensel zarara uğraması durumunda bu zarar çocuk için yakının manevi tazminat talebini gerektirecek ağırlıkta iken yetişkin için bu ağırlıkta kabul edilmeyebilir[76].

b. Yargıtay Uygulamasında Ağır Bedensel Zarar Kavramının Değerlendirilmesi

Yargıtay gerek 818 sayılı Kanun döneminde gerekse 6098 sayılı Kanun döneminde yakınların manevi tazminat talebini değerlendirirken ağır bedensel zarar koşulundan hareket etmiş ve her somut olayda ağır bedensel zararın gerçekleşip gerçekleşmediğini tespit etmiştir. Bu kapsamda zarar görenin geçirdiği tedavi süreci, meydana gelen zararın kalıcılığı, zararın etkileri, zarar görenin uğradığı iş göremezlik oranı gibi kriterler esas alınmaktadır.

(1) İş Göremezlik Oranı

Kişinin beden bütünlüğünün ihlali nedeniyle uğradığı iş göremezlik oranı ağır bedensel zararın tespitinde önemli bir kriterdir. İş göremezlik oranı yönünden ağır bedensel zararın değerlendirilmesini incelemek gerekirse; iş göremezlik oranının %100 olduğu durumlarda ağır bedensel zararın varlığı kabul edilmektedir[77]. Bunun dışında Yargıtay’ın %40’ın üzerinde bir oranda iş gücü kaybına uğrayan zarar görenler bakımından da zararın ağırlığını ve dolayısıyla yakınların manevi tazminat taleplerini kabul ettiği[78]; %40 ve altındaki iş gücü kayıplarında ise ağır bedensel zararın mevcut olmadığını belirttiği kararlarına rastlamaktayız[79]. Yargıtay’ın 19.2.2002 tarihli bir kararında,[80] sağ kolu kopmuş olan zarar görenin uğradığı %25,20 oranındaki iş gücü kaybı dikkate alındığında ağır cismani zararın mevcut olmadığı belirtilmiştir. Kanaatimizce karardaki bu yaklaşım isabetli olmayıp yakının manevi tazminat talebi değerlendirilirken zarar görenin uğradığı iş gücü kaybı oranının yanı sıra meydana gelen zararın niteliği de dikkate alınmalıdır[81]. Zira Yargıtay kararına konu olan olayda olduğu gibi iş göremezlik oranı çok yüksek olmamasına rağmen ağır cismani zararın var olduğu kanaatine ulaşılması mümkündür. Hakim bu konuda bir karar verirken zararın niteliği, zarar gören organın önemi, uğranılan ruhsal zararın niteliği, iş göremezlik oranı gibi tüm araçları bir bütün halinde değerlendirmeli ve bu şekilde bir sonuca varmalıdır. Aksinin kabulü hakimin takdir yetkisini hukuka uygun olarak kullanmadığı tartışmasını gündeme getirecektir.

(2) Tedavi Süreci

Ağır bedensel zararın varlığı incelenirken zarar görenin tedavi süreci de önem arz etmektedir. Buna göre basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ihlallerin ağır olmadığı; ancak kalıcı hasar bırakan ve uzun tedavi gerektiren zararların ise ağır bedensel zarar olduğu kabul edilmelidir[82]. Yargıtay bazı kararlarında, ağır bedensel zararın tespitinde basit tıbbi müdahale ile giderilebilme ölçütüne dikkat çekmiştir [83]. Yargıtay bir kararında, sağ ayağı kırılan, üç ayda iyileşebilecek şekilde yaralanan ve yüzünde sabit iz kalan kimse bakımından ağır bedensel zararın varlığını ve bu kişinin eşinin manevi tazminat talebini kabul etmiştir[84]. Kanaatimizce tedavi süresi ve yüzde sabit iz kalması hususları değerlendirildiğinde yaralanmanın, ağır bedensel zarar niteliğinde olduğu görüşü isabetlidir.

(3) Hayati Tehlike Geçirilmesi

Zarar görenin hayati tehlike geçirip geçirmemiş olması da ağır bedensel zararın tespitinde önem arz etmektedir. Yargıtay uygulamasına göre zarar görenin hayati tehlike geçirmesi halinde yakınların manevi tazminat talebi kabul edilmektedir[85]. Kanaatimizce de hayati tehlike geçirilmesi halinde ağır bedensel zararın varlığından söz edilmelidir. Burada zarar görenin yakınının, onu kaybetme korkusu yaşadığı dikkate alınarak yakın lehine manevi tazminata hükmedilmelidir.

(4) Hasarın Kalıcılığı

Hasarın kalıcı olması da ağır bedensel zararın varlığının tespitinde önemli bir yere sahiptir. Ancak hasarın kalıcı olduğu her durumda ağır bedensel zararın varlığından söz edilemez. Burada önem arz eden husus, kalıcı olan zararın, zarar gören ile yakınlarının hayatını etkilemesidir[86]. Felç veya sakatlık halinde, söz konusu kalıcı hasar nedeniyle zarar görenin bakıma muhtaç hale gelmesi ve yakınların bu durum ile sürekli yüzleşecek olmalarına dikkat çekilerek yakınlar lehine manevi tazminata hükmedilmektedir[87] . Yine bilinç kaybı veya sürekli koma halinde de söz konusu kalıcı hasar, ağır bedensel zarar teşkil eder ve bu durumun yakınlarının hayatını etkileyeceği şüphesizdir[88].

III. Ağır Beden Bütünlüğü İhlalinde Yansıma Manevi Tazminatın Belirlenmesi

TBK m.56/2 ile ağır bedensel zarar halinde yakınların uğradığı manevi zararın tazmininin, uygun bir miktar para ile sağlanacağı açıkça kararlaştırılmıştır. Bu nedenle TBK m.56/2 uyarınca doğan yansıma manevi zararlar bakımından nakden tazmin dışında başkaca bir manevi tazmin biçimine hükmedilemeyecektir[89]. İlgili düzenlemede ağır bedensel zarara uğrayanın yakınları lehine uygun bir miktar para ödenmesine hükmedilebileceği belirtilmiştir. Burada “uygun bir miktar” ibaresinden, tazminatın miktarı konusunda hakimin takdir yetkisi bulunduğu anlaşılmaktadır. Elbette hakimin takdir yetkisi sınırsız değildir. Hakim manevi tazminatın miktarını, manevi tazminatın amacı ile durumun hal ve şartlarını dikkate alarak belirleyecektir[90]. Bu kapsamda olayın oluş şekli[91], ihlalin ve zararın ağırlığı, zarar gören ile yakın arasındaki ilişkinin yoğunluğu, tarafların sosyal ve ekonomik durumu[92], tarafların kusur durumu[93], paranın satın alma gücü[94], gibi kriterleri dikkate alacaktır. Hiç şüphesiz meydana gelen zararın ağırlığı ve zarar gören ile yakın arasındaki ilişkinin yoğunluğu, yansıma yoluyla manevi tazminatın belirlenmesinde en önemli unsurlardır.Burada özellikle ağır bedensel zarara uğrayanın kusurunun, yakınlar lehine hükmedilen manevi tazminatı etkileyip etkilemeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir. Doktrinde isabetli olarak ölen kişinin kusurunun, yakınlar lehine hükmedilecek manevi tazminat miktarını da etkileyeceği belirtilmiştir[95]. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu destekten yoksun kalma tazminatına ilişkin bir kararında, yansıma zararın niteliğinden hareketle yansıma yoluyla zarar görmüş olan destek tazminatı isteyenlerin, kendisine destek sağlayan kişinin sahip olduğu haktan fazlasına sahip olamayacağını ve desteğin kusurlu davranışlarının, destek görenlere yansıyacağını vurgulamıştır[96]. Yine bir yansıma zarar olan manevi zarar bakımından da bu yaklaşımın geçerli olacaktır.

SONUÇ

Hukuka aykırı bir fiil neticesinde bu fiilin doğrudan yöneldiği kişi dışında üçüncü kişilerin de zarara uğraması mümkündür. Hukuka aykırı fiilin doğrudan yöneldiği kişi dışında üçüncü kişilerin aynı hukuka aykırı fiil nedeniyle uğradığı zarar, yansıma zarar olarak tanımlanmaktadır. Yansıma zarar, maddi veya manevi zarar olarak ortaya çıkabilir. Buna göre yansıma manevi zarar ise hukuka aykırı fiilin doğrudan yöneldiği kişi dışındaki üçüncü kişilerin aynı fiil nedeniyle fiziki ve manevi acı duyması, ruhsal dengesinin bozulması, üzüntü duyması ve yaşama sevincinin azalmasıdır. TBK m.56/2 ile düzenlenen ağır beden bütünlüğü ihlallerinde zarar görenin yakınlarının uğradığı zarar, yansıma manevi zarardır. TBK m.56/2 uyarınca yansıma manevi zararın tazmin edilebilmesi için hukuka aykırı bir fiil ile kişinin ağır bedensel zarara uğraması, yakının bu nedenle manevi zarara uğraması, ihlal ile zararlı sonuç arasında uygun illiyet bağının ve bir sorumluluk sebebinin bulunması gerekir. Burada tazminat sorumluluğunun genel şartlarından farklı olarak ağır bedensel zarar ve yakın kavramları ön plana çıkmaktadır. Bu kavramlardan ne anlaşılması gerektiği Kanunda açıklanmamıştır.Yakın, zarar gören ile arasında derin bir duygusal bağ bulunan, yoğun ve sıkı bir ilişki içerisinde olan ve ağır bedensel zarar nedeniyle etkilenen kimse olarak tanımlanmaktadır. Bir kimsenin zarar görenin yakını sayılması için zarar gören ile arasında yakın ve içtenlik taşıyan bir duygusal bağlılığın varlığı gereklidir. Yargıtay uygulamasında anne, baba, çocuk ve eş yönünden yakınlık karinesi kabul edilmiş olup bu kişilerin zarar verici olay nedeniyle manevi acı duymaları doğal olarak kabul edilmekte ve bu hususun ayrıca ispatı aranmamaktadır. Bunun dışında bazı süjeler bakımından ise zarar verici olay nedeniyle acı ve elem duyulduğunun ispat edilmesi halinde manevi tazminata hükmedilmektedir.TBK m.56/2’de yakın lehine yansıma yoluyla manevi tazminata hükmedilebilmesi için beden bütünlüğünün ağır biçimde ihlal edilmiş olması; bir başka deyişle ağır bedensel zarar şartı aranmışsa da bu kavrama ilişkin açıklık getirilmemiştir. Beden bütünlüğü, kişinin ruhsal ve fiziksel (vücut) bütünlüğünü kapsamaktadır. Dolayısıyla beden bütünlüğün ihlali ya vücut bütünlüğünün ya da ruh bütünlüğünün ihlal edilmesi suretiyle gerçekleşir. Kanunda açık bir tanımı bulunmayan ve sınırları belli olmayan ağır bedensel zarar kavramının değerlendirilmesinde Yargıtay uygulaması yol gösterici niteliktedir. Yargıtay gerek 818 sayılı Kanun döneminde gerekse 6098 sayılı Kanun döneminde yansıma manevi zarar için ağır bedensel zarar koşulundan hareket ile her somut olayda ağır bedensel zararın gerçekleşip gerçekleşmediğini tespit etmiştir. Bu kapsamda zarar görenin geçirdiği tedavi süreci, meydana gelen zararın kalıcılığı, zararın etkileri, zarar görenin uğradığı iş göremezlik oranı gibi kriterler esas alınmaktadır. Yakınların yansıma manevi zararları bakımından nakden tazmin dışında başka bir tazmin biçimi kararlaştırılamaz. İlgili düzenlemede ağır bedensel zarara uğrayanın yakınları lehine uygun bir miktar para ödenmesine hükmedilebileceği belirtilmiştir. Burada hükmedilecek miktara ilişkin hakimin takdir yetkisi bulunmaktadır. Hakim manevi tazminatın miktarını, manevi tazminatın amacı ile durumun hal ve şartlarını dikkate alarak belirleyecektir. Bu kapsamda olayın oluş şekli, ihlalin ve zararın ağırlığı, zarar gören ile yakın arasındaki ilişkinin yoğunluğu, tarafların sosyal ve ekonomik durumu, tarafların kusur durumu paranın satın alma gücü gibi kriterleri dikkate alacaktır. 
DİPNOTLAR/KAYNAKÇA:

[1] Doktrinde yansıma zarar kavramına ilişkin yapılan tanımlar için bkz. M. Kemal Oğuzman/Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt II, 14. Bs., İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2018, s.43-44; Selahattin S. Tekinay/Sermet Akman/Haluk Burcuoğlu/Atilla Altop, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Bs., İstanbul, Filiz Kitabevi, 1993, s.562 vd; Ahmet Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. Bs., Ankara, Turhan Kitabevi Yayınları, 2018, s.401; Gökhan Antalya, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt I, 1. Bs., İstanbul, Beta Yayıncılık, 2012, s.456; Çağlar Özel, “Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukukunda Yansıma Zarar ve Giderimine İlişkin Bazı Düşünceler”, AÜHFD., 2001, C.50, S.4, s.84 vd, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/288/2623.pdf (Çevrimiçi), E.t. 9.11.2018; Seda İrem Çakırca, Türk Sorumluluk Hukukunda Yansıma Zararı, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2012, s.69; Esma Kıraç Adır, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununa Göre Ağır Bedensel Zarar Görenin Yakınlarının Manevi Tazminat Talebi, Ankara, Yetkin Yayınları, 2018, s. 75; Dilşad Keskin, Objektif Manevi Zarar Teorisi Açısından Manevi Tazminat, Ankara, Yetkin Yayınları, 2016,  s.76.[1] Haluk Tandoğan, Üçüncü Şahsın Zararının Tazmini, Ankara, Ajans-Türk Matbaası, 1963, s.10.[1] Oğuzman/Öz, a.g.e. s.287 vd.; Kılıçoğlu, a.g.e., s.401; Çakırca, a.g.e., s.191; Arzu Genç Arıdemir, Sözleşmeye Aykırılıktan Doğan Manevi Tazminat, 1. Bs., İstanbul, Onikilevha, 2008, s.243. Aksi yönde bkz. Keskin, a.g.e., s.259.Öğretide yakınların uğradığı manevi zararın hukuki niteliğine ilişkin yansıma zarar ve doğrudan doğruya zarar görüşleri ileri sürülmüştür. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Kıraç Adır, a.g.e., s.71 vd. (1] R.G., T. 4.2.2011, S. 27836.[1] R.G., T. 08.05.1926, S. 366[1] C) MANEVİ TAZMİNATMADDE 47 - Hâkim, hususi halleri nazara alarak cismanî, zarara düçar olan kimseye yahut adam öldüğü takdirde ölünün ailesine manevi zarar namiyle adalete muvafık tazminat verilmesine karar verebilir.[1] Ayrıntılı bilgi için bkz. Genç Arıdemir, a.g.e., s.243 vd.; Kıraç Adır, a.g.e., s.71 vd; Seda İrem Çakırca, “6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’na Göre Ağır Bedensel Zararlarda Yakınların Manevi Tazminat Talebi”, Journal of Yaşar University, 2013, C.8, s.785-807.journal.yasar.edu.tr/wp-content/uploads/2014/01/21-Seda-%C4%B0.-%C3%87AKIRCA.pdf (Çevrimiçi), E.t. 11.11.2018.TBK m.56/2 ile bu tartışmaların pratik bir faydası kalmadığından çalışmamızda ayrıntılı olarak yer verilmemiştir.[1] Mülga BK ve TBK döneminde Yargıtay’ın konuya ilişkin yaklaşımı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Fulya Erlüle, "6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Yürürlüğe Girmesinin Ardından Yargıtay’ın Bedensel Zararlarda Yakınların Manevi Tazminat Talebine İlişkin Uygulaması", Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, 2016, C. 22, S.3, s.1087-1117. http://dergipark.gov.tr/download/article-file/333978 (Çevrimiçi), E.t. 11.11.2018.Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 26.4.1995 tarihli kararında ve sonraki tarihli kararlarında bir kimsenin ağır bedensel zarara uğraması sonucunda aynı fiil nedeniyle yakınlarının da ruhsal bütünlüğünün ağır şekilde ihlal edilmiş olması halinde yakınların manevi tazminat talep edebileceğini ifade etmiştir. Bkz. Yargıtay HGK. T. 26.4.1995, E. 1995/11-122, K. 1995/430; Yargıtay 21. HD., T. 8.12.1997, E. 1997/8067, K. 1997/8106; Yargıtay 21. HD., T. 15.6.2000, E. 2000/4733, K. 2000/4833; Yargıtay 21. HD., T.27.10.2004, E.2004/8116, K. 2004/9009; Yargıtay 21. HD., T. 25.10.2005, E. 2005/7868, K. 2005/10156 (.[1] Bkz. Yargıtay 4. HD., T. 17.9.2001, E. 2001/4012, K. 2001/8028; Yargıtay 21 HD., T. 19.2.2002, E. 2002/991, K. 2002/1278 (.[1] “…Öte yandan BK 47. madde de düzenlenen “Hakim, hususi halleri nazara alarak cismani zarara düçar olan kimseye yahut adam öldüğü takdirde ölünün ailesine manevi zarar namiyle adalete muvafık tazminat verilmesine karar verebilir.” Hükmünden de anlaşılacağı üzere cismani zarara uğrayan kimseye manevi tazminat verilebilecektir. Doktrinde ve yerleşik içtihatlarda da belirtildiği gibi cismani zarar kavramına ruhi bütünlüğün ihlali, sinir bozukluğu veya hastalığı gibi haller gibi hallerin de girdiği, bir kimsenin cismani zarara maruz kalması sonucunda onun ana babası gibi çok yakınlarından birinin de aynı eylem nedeniyle hukuken korunan ruhi ve asabi sağlık bütünlüğü ağır bir şekilde haleldar olmuşsa bu durumda yansıma yolu ile değil doğrudan doğruya zarara maruz kalmasının söz konusu olduğu, çocuklarının yaralanması nedeniyle ana babanın manevi tazminat isteyebileceği kabul edilmiştir. Bu husus Hukuk Genel Kurulu'nun 26.4.1995 Tarih, 1995/11-122 esas, 430 Karar sayılı ilamında da belirtilmiştir…”, Yargıtay HGK., T. 17.2.2010, E.2010/4-77, K.2010/82().[1] Kılıçoğlu, a.g.e., s.402-403, dn.464. Zira hukuka aykırı bir fiil ile kişilik hakkı ihlal edilen dışında başka bir kişinin, aynı fiil nedeniyle uğradığı bir zarar söz konusudur, bkz. Oğuzman/Öz, a.g.e., s.43.[1] Yargıtay HGK, 05.06.2015 tarihli bir kararında, yakınların talep ettiği manevi tazminatın, yansıma yoluyla manevi tazminat niteliğinde olduğunu belirtmiştir. Bkz. Yargıtay HGK, E. 2013/21-2215, K.2015/1487, T. 05.06.2015; aynı yönde bkz. Yargıtay 21. HD, E. 2013/22505, K. 2014/2912, T. 24.2.2014 [1] Ayrıntılı bilgi için bkz. Oğuzman/Öz, a.g.e., s.14 vd.[1] Tandoğan, Üçüncü Şahsın Zararının Tazmini, s.10. Hukuka aykırılık unsuru bağlamında yansıma zararın tazmin edilebilirliği hakkında ayrıntılı inceleme için bkz. Pınar Koçyiğit, Türk Hukukunda Yansıma Zarar ve Yansıma Zararın Tazmin Edilebilirliği, Sorumluluk Hukuku Seminerler 2016, Ed. Başak Baysal, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2016, s. 253-286. [1] Sübjektif ve objektif hukuka aykırılık teorileri için bkz. Çakırca, a.g.e., s. 120 vd.[1] Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.611.[1] Kusursuz sorumluluk hallerinde, şartları varsa TBK m.56 uyarınca manevi tazminata karar verilebileceği yönündeki İçtihadı Birleştirme Kararı için bkz. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu, E. 1966/7, K.1966/7, T. 22.06.1966 ().[1] Rona Serozan, “Manevi Tazminat İstemine Değişik Bir Yaklaşım”, Prof. Dr. Haluk Tandoğan’ın Hatırasına Armağan, Ankara, 1990, s. 67-101, s.93.[1] Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, a.g.e., s. 567; Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. Bs., Ankara, Yetkin Yayınları, 2017, s.561.[1] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Fikret Eren, Sorumluluk Hukuku Açısından Uygun İlliyet Bağı Teorisi, Ankara, Sevinç Matbaası, 1975, s.17 vd.[1] Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, a.g.e., s.573 vd.; Kılıçoğlu, a.g.e., s.407; Genç Arıdemir, a.g.e., s.196 vd.[1] Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.565 23  TBK kapsamında manevi zarar kavramı tanımlanmamış olup doktrinde manevi zarar kavramını açıklayan çeşitli teoriler bulunmaktadır. Objektif teoriyi benimseyen yazarlara göre manevi zarar, kişilik değerlerine yönelik ihlal neticesinde kişilikte rıza dışı meydana gelen objektif bir eksilmedir. Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.555; Keskin, a.g.e., s.109; Erlüle, a.g.e., s. 63. Sübjektif teoriye göre manevi zarar, kişilik hakkına yapılan tecavüz sonucunda bir kimsenin duyduğu elem, keder, üzüntü, yaşama sevincinde azalma gibi olumsuz duygusal ve/veya fiziksel acılardır. Oğuzman/Öz, a.g.e., s. 40; Haluk Tandoğan, Türk Mes’uliyet Hukuku (Akit Dışı ve Akdi Mes’uliyet), İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2010, s. 330 vd; Haluk N.Nomer, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 14. Bs., İstanbul, Beta, 2015, s.236; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, a.g.e., s.655; Kenan Tunçomağ, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C.I, 6. Bs., İstanbul, Sermet Matbaası, 1976,s.447; Genç Arıdemir, a.g.e., s. 177 vd. Yargıtay da çeşitli kararlarında sübjektif teori kapsamında manevi zarar tanımına yer vermiştir. Bkz. Yargıtay 3. HD., E. 2001/8170; K. 2001/7791, T. 19.9.2001; Yargıtay 3. HD., E.1999/3968, K. 1999/4509, T. 3.5.1999 . Objektif ve sübjektif teoriyi birlikte değerlendiren karma teoriye göre ise manevi zarardan söz edilebilmesi için, zarar görenin kişiliğinde objektif bir eksilme meydana gelmeli ve bu objektif eksilmenin kişinin bilincine yansıması suretiyle ruhsal huzurunu kaybetmesi gerekir. Abdülkadir Arpacı, Kişiler Hukuku (Gerçek Kişiler), 2. Bs., İstanbul, Beta Yayınları, 2000, s. 155; Antalya, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.490. 24.Manevi zararın niteliğine ilişkin görüşler, manevi tazminatın amacı ve işlevini de belirlemektedir. Buna göre doktrinde, manevi tazminatın amacına ilişkin telafi, ceza, tatmin, denkleştirme, önleme ve caydırma görüşleri ileri sürülmüştür. Ayrıntılı bilgi için bkz. Genç Arıdemir, a.g.e., s.7 vd. 25 Gürsoy, a.g.m., s.8; Genç Arıdemir, a.g.e., s.13. 26Emre Gökyayla, Destekten Yoksun Kalma Tazminatı, 1. Bs., Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2004,  s.70;  Çakırca, a.g.e., s.210. 27 Erlüle, a.g.e., s.273; Gökhan Antalya, Manevi Zararın Belirlenmesi ve Manevi Tazminatın Hesaplanması, 1. Bs., İstanbul, Legal, 2017, s.265. 28 Gökyayla, a.g.e., s.70; Çakırca, a.g.e., s.210. Ayrıca bkz. Yargıtay 4. HD:, E. 2005/1088, K. 2005/14222, T. 28.12.2005 29 Bkz. dpn.36.. 30 Antalya, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.512. 31. Oğuzman/Öz, a.g.e., s. 287-288; Antalya, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.512; Kılıçoğlu, a.g.e., s.570-571; Çakırca, a.g.m., s. 803; Kıraç Adır, a.g.e  s.82   32 Oğuzman/Öz, a.g.e., s. 288; Antalya, Manevi Zararın Belirlenmesi ve Manevi Tazminatın Hesaplanması, s.70; Çakırca, a.g.m., s.803. 33. Erlüle, a.g.e., s.243.

GERİ DÖNÜN